SPORCULARIN EN SIK YAŞADIĞI SAKATLIKLAR
Doç.Dr. Mehmet Emin Erdil
Ortopedi ve Tramvotoloji Uzmanı
Spor endüstisinin büyümesiyle spor dallarının çeşitliliğinde, sporcu sayısında ve buna bağlı olarak da spor yaralanmalarının görülme sıklığında ciddi artış görülüyor. Buna ek olarak sağlık konusunda bilinçlenen toplumumuzda amatör olarak spor yapanların sayısının artması da doğaldır.
Spor yaralanmaları aslen yapılan spor türüne, spor yapılan zemine ve spor ekipmanlarına bağlı olduğu kişinin vücut özelliklerine, yaşına, cinsiyetine ve önceden geçirdiği rahatsızlıklara bağlı olarak değişebilmektedir. Ülkemizdeki spor alışkanlıkları ve toplum özelliklerimiz göz önünde bulundurulunca en sık görülen spor yaralanmaları kas tendon yaralanmaları olup ayak bileği, diz ve omuz yaralanmaların en sık görüldüğü bölgelerdir.
Yanlış Egzersiz Yanlış Ekipman!
Kas tendon yaralanmaları başlıca aşırı kullanım ve zorlama, yanlış egzersiz programları ve yanlış ekipman kullanımına bağlı olarak görülebilir. Futbol, koşu gibi dışarıda yapılan sporlarda zemin özelliklerinin mevsime göre değişebildiği, sert bir zeminin yağmur sonrasında yumuşak ve kaygan olabileceği örneğini verecek olursak ayakkabı tercihimizin doğru yapılması ayak ayak bileği çevresi yaralanmaları önleyecektir. Başka bir örnek vermek gerekirse hafta boyunca egzersiz ve spor yapmayan bir kişinin haftada bir kez halı sahada futbol oynaması tüm kas grupları için aşırı yüklenmeye bağlı yaralanma açısından risk oluşturur. Spor öncesi en az 20 dakikalık ısınma ve germe egzersizleri ve halı saha zeminine uygun ayakkabı seçimi bir çok sakatlığı önleyebilir. Kas tendon yaralanmalarının tedavisinde öncelikle dinlenme, yaralanma bölgesine soğuk uygulama yapmak gerekir. Yaralanma bölgesi ve yaralanmanın ağırlığına göre spor istirahati süresi belirlenmeli, sporcunun beklentisine göre gerekirse kas içi enjeksiyonlar ve ilgili kas grubuna yönelik egzersizlerle iyileşme hızlandırılabilir.
Ayak, ayak bileği burkulmaları çok sık görülen spor yaralanmalarından olup bağ ve kıkırdak lezyonlarına hatta ayak bileği çevresi kırıklara yol açabilir. Burkulma sonrası ayak bileği dinlendirilip soğuk uygulama yapıldıktan sonra bir sağlık kurumuna başvurulmalı, yapılan muayene ve tetkiklerin sonucunda tedavi düzenlenmelidir. Ayak bileği bağ yaralanmaları genellikle cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilir. Anti-enflamatuar ilaçlar, yaralanma zyeri ve derecesine göre stabilize edici ayak bileklikleri, elit sporcularda çeşitli hücre tedavisi enjeksiyonları (PRP, sitokin, kök hücre gibi) ve yaralanmanın ağırlığına göre spor kısıtlaması belli başlı yöntemlerdir. Nadiren cerrahi yöntemlerle kopan bağların bütünlüğünü tekrar sağlanması gerekebilir.
Ayak bileği kıkırdak yaralanmaları diğer eklem bölgelerindeki kıkırdak yaralanmalarına benzer olarak zor tedavi edilen yaralanmalardır. Kıkırdak dokusunun damarlanmayan yapısı iyileşme zorluğunun en önemli sebeplerindendir. Ağrı, takılma, şişlik gibi şikayetlere neden olan kıkırdak lezyonlarının tedavisi genellikle cerrahidir. Artroskopik yani kapalı yöntemlerle yapılan cerrahilerle hasar gören kıkırdak dokusunun temizlenmesi ve yeni bir kıkırdak dokusunun oluşumunun amaçlandığı yöntemler olduğu gibi diz bölgesinden alınan sağlam kıkırdak ile yapılan yöntemler veya hücreli/hücresiz kıkırdak yaması gibi çeşitli cerrahi seçenekler mevcuttur. Kıkırdak lezyonun büyüklüğü, derinliği, hastanın yaşı, kilosu ve beklentisi gibi birçok faktör tedavi yönteminin seçiminde önemlidir.
Diz ve diz çevresi yaralanmalarda en sık menisküs ve ön çapraz bağ yırtıkları görülür. Bunların dışında yan bağlar, arka çapraz bağ, kas ve tendon yaralanmaları, diz eklem kıkırdağı yaralanmaları da sıktır. Menisküsler dizlerimizin yük aktarımında hayati rol oynayan yapılar olup küçük ve şikayete yol açmayan yırtıklar cerrahi tedavi gerektirmeyebilir. Fizik tedavi yöntemleri ve çeşitli ilaç ve enjeksiyon tedavileriyle şikayetleri geçen hastalar da ameliyat gerektirmeden spor hayatlarına dönebilirler. Ancak aktiviteyle artan ağrı, kilitlenme, takılma, şişlik gibi şikayetlere yol açan menisküs yırtıkları cerrahi olarak tedavi edilmelidir. Cerrahi tedavi artroskopik yani kapalı yöntemle yapılır. Yırtık yerine, yırtık şekline ve hastanın durumuna göre tamir veya yırtık kısmın alınması (parsiyel menisektomi) gibi cerrahi seçenekler mevcuttur. Menisküslerin öneminin anlaşılmasından sonra menisküslerin olabildiğince korunması dolayısıyla tamir edilmesi güncel olarak kabul edilmiştir. Ama tamir edilemeyecek kadar parçalı yırtıklarda ve çok hızlı spora dönüş gerektiren durumlarda yırtık kısmın sağlam menisküs dokusunu olabildiğince koruyarak alınması gerekebilir. Menisküs tamiri sonrası spora dönüş birkaç ayı bulabilirken yırtık kısmın alınması (parsiyel menisektomi) yönteminde birkaç hafta içinde spora dönüş mümkündür.
Ön çapraz bağ yaralanmaları diğer sık görülen diz yaralanmasıdır. Hasta genelde temas olmayan bir yaralanma mekanizması ile dizinin döndüğünü ve bir kopma sesi duyduğunu tarif eder; sonrasında dizinin şiştiğini anlatır. Ön çapraz bağ sporcular için cerrahi yöntemlerle tedavi edilmesi gereken durumlardır. Ön çapraz bağ yokluğunda yapılan sporlarda kısa vadede menisküsler, kıkırdak ve diğer bağlar gibi diz içi diğer yapılar risk altında olup orta uzun vadede artroz dediğimiz kireçlenme durumu görülebilir. Ön çapraz bağ cerrahisi sonrasındaki rehabilitasyon dönemi hastanın spora dönüşü için çok önemlidir. uygun cerrahi ve rehabilitasyon ile hastanın bir iki ay içinde düz koşulara başlaması ve 6-9 ay içerisinde spora dönüşü sağlanabilir.
Bir diğer sık görülen spor yaralanması omuz çevresi kas yırtıkları ve omuz çıkığına bağlı instabilitedir. Omuz kas yırtıkları ağrı ve hareket kısıtlılığına neden olan hayat kalitesini ciddi olarak düşüren yaralanmalardır. Kas yırtığının derecesi ve ne kadar hareket kısıtlılığına yol açtığı önemlidir. Öncelikle cerrahi dışı tedavi yöntemleri olan fizik tedavi, anti-enflamatuar ilaç uygulamaları, lokal enjeksiyon tedavileri denenmelidir. Bu tedavi yöntemlerine rağmen şikayetleri geçmeyen hastalar cerrahi olarak tedavi edilmelidir. Artroskopik yani kapalı yöntemlerle kasların tamiri ve diğer omuz içi patolojilerin tedavisi yapılmalıdır. Omuz çıkıkları özellikle 40 yaşın altındaki hastalar için omuz eklem stabilitesini bozabilecek kıkırdak yırtıklarına yol açabilir. Bu durumda omuz ağrılı ve ters harekette kolaylıkla çıkabilen instabil hale gelir. İlk çıkıklardan sonra bir süre omuz askısı ve güçlendirme egzersizleri ile tedavi edilen hastaların sonraki muayenelerde instabilite tespit edilmesi durumunda cerrahi gerekebilir. Bu durumda artroskopik yani kapalı yöntemlerle kıkırdak bölgenin tamiri yapılmalıdır. Hastalar omuz ameliyatlarından sonra tedavi yöntemine göre bir buçuk ay kadar omuz kol askısı kullanmak durumundadırlar. Cerrahi sonrası fizik tedavi ve rehabilitasyon en az cerrahi kadar önem taşımakta olup spora dönüş yaklaşık altı ayı bulur.
KALP HASTALIKLARI
Yrd.Doç.Dr.Beytullah Çakal
Kalp hastalıkları, dünyada en önemli sağlık sorunlarının başında geliyor. Türkiye’de kalp krizi geçirenlerin ortalama yaşı 35-65 arasında değişiyor. En büyük sorun ise genç nüfusta yaşanıyor. Gençlerde damar gelişimi tamamlanmadığı için kalp krizinin doğrudan ölüme neden olma riski, daha yaşlı nüfusa göre daha yüksektir. Yaşlılarda ana damar tıkansa bile yan damarların devreye girmesi hayat riskini azaltırken gençlerde kollateral damar dediğimiz yan damarlar gelişmediği için ölüm riski daha fazladır. Bu nedenle gençlerde ana damar tıkandığında, yan damarlar gelişmediği için hazırlıksız yakalanan kalp, ani bir şekilde durarak ya da ritim bozukluğu gelişerek hastanın hastaneye dahi ulaşamadan hayatını kaybetmesine yol açabilmektedir. Genç yaşta kalp krizi geçiren kişilerin %30’nun ailesinde de benzer öyküler bulunmaktadır. Sağlıklı yaşam için bilinçli yapılan sporun olumlu etkileri saymakla bitmeyecek kadar çoktur, ancak bilinçsizce yapılan ve hareketsiz ya da sporsuz yaşayan kişilerin aniden yüksek şiddetli antrenmanlara başlaması da riskler taşımaktadır. Bunun için antrenman şiddeti zamanla kademeli olarak arttırılmalı, daha çok daha çabuk yarar sağlarım umuduyla zorlayıcı antrenmanlara hemen geçilmemeli kademeli artış yapılmalıdır.
Sporcularda ani ölümlerin en sık sebebi kalp damar hastalıklarıdır. Peki neden ?
Sporcu ölümlerinin yüzde 90’ı spor esnasında gerçekleşiyor. Yüzde 85’inin nedeni de bilinen ya da bilinmeyen kalp-damar hastalıkları. Ölümlerin % 7’si profesyonel sporcularda, % 22’si üniversite öğrencilerinde ve yüzde 62’si de lise öğrencilerinde meydana geliyor. Sporcuların sadece % 18’inin ölmeden önce bir rahatsızlığı mevcuttur. Otuz beş yaşın altındaki sporcularda kalp durmasının en sık görülen nedeni hipertrofik kardiyomiyopati dediğimiz kalp duvarında kalınlaşmaya yol açan genetik geçişli kalp hastalığı iken iken bu yaşın üzerindeki sporcularda kalp damar tıkanıklığı baş sorumlu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı sporcularda gelişen “sporcu kalbi sendromu” denilen tabloda görülen kalp büyümesi, kalp hızında yavaşlama ve kalp üfürümü gibi bulguların hipertrofik kardiyomyopati denilen gerçek ve ölümcül olabilen hastalıktan ayırt edilmesi güç olabilir.
Yaş ilerledikçe spor esnasında ani ölüm gelişme sıklığı artan kalp damar risk faktörlerinin artışıyla 1:50.000 değerlerine yükselmektedir. Yapılan çalışmalarda, genç sporcular arasındaki ani ölüm olgularının çoğunun erkek olup özellikle futbolcular ve basketbolcular arasında gözlendiği saptanmıştur. Yoğun stres altındaki rekabet sporları yapan sporcularda adrenalin seviyesi yükselir ve bununla beraber performans arttırıcı bazı ilaç kullanımları da eklendiğinde kalp damarı içinde biriken kolesterolden zengin plaklar yırtılır ve damar içindeki kan pıhtılaşarak aniden damarların tıkanmasına neden olabilir. Yoğun ve şiddetli egzersiz, tüm iç organlarda yer alan ve özellikle kalpte çalışmayı artıran bir sinir ağı olan sempatik sistemin aktive olmasını sağlamakta ve aşırı aktive olan sistem plaklı kalp damarlarında plağın yırtılmasını tetiklemektedir. Buna karşın düzenli egzersiz yapanlarda sempatik sistemi dengeleyen parasempatik sistem de aktiftir. Bu da kalbin daha dengeli halde kalmasını; kalp damarı içindeki plakların stabil kalmasını sağlar
Kimler risk altında?
Sigara kullananlar, şeker hastalığı, hipertansiyon, kolesterol ve trigliserid yüksekliği, doğumsal kalp rahatsızlığı olan sporcular, egzersiz sırasında ya da sonrasında bayılma, baş dönmesi ve göğüs ağrısı şikayeti olan sporcular ile ailesinde ya da yakın akrabalarında kalp problemine bağlı ölüm ya da 50 yaşından önce ani ölüm vakası olan sporcular risk altındadır.
Sporcularda Kalp Krizi nasıl önlenir ?
Yarışmalı sporlara katılmadan önce yapılacak olan değerlendirmeler ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Kardiyak tarama sporcuların yaşlarına ve risk faktörlerine göre özellikli olarak uygulanmalıdır Özellikle 35 yaş üzerindeki sporcular spora katılım öncesinde mutlaka taranmalıdır. Genç sporcularda (yaş ≤ 35 ) tarama genetik kalp hastalıklarını araştırmaya yönelik olmalıdır; orta yaşlı sporcularda ise ani kalp durmasının en sık sebebi yukarıda da belirtildiği üzere koroner arter hastalığıdır ve sporcular öncelikle buna yönelik araştırılmalıdır. Sporcularda muayenede ilk olarak riskin belirlenmesi olmalıdır. Ardından detaylı bir şekilde sporcunun şikayetleri sorgulanmalı, fiziksel muayene, tam kan tahlili ve Elektrokardiyografi tetkiki yapılmalıdır. Sporcuda herhangi bir belirti saptanmışsa veya şüphe oluşmuşsa Ekokardiyografi ve Efor testleri planlanmalıdır. Gerek görülmesi halinde Holter, kalp MR, koroner anjiyografi, elektrofizyolojik çalışma (EFÇ) ve genetik testler uygulanabilir. Maalesef mevcut araştırma yöntemlerinin yüzde 100 özellikli ve duyarlı olması da söz konusu değildir.
Spora başlarken nelere dikkat edilmeli?
– Hareketsiz bir hayat sürenler eğer yukarıda belirtilen risk faktörlerine sahipse ve ağır spor yapmak istiyorsa muhakkak spora başlamadan önce kardiyolojik muayeneden geçmeli.
– Spor, yemeğin üzerinden en az 2-3 saat geçtikten sonra yapılmalı; sabah erken saatler, aşırı sıcak, soğuk ve nemli havalar tercih edilmemeli.
– Sporda kalp ritminin ve kalp hızının kontrolu çok önemlidir. Kişiye uygun Hedef Kalp Hızı: 220’den yaşın çıkarılması ile kalan sayının %50’si ile % 70’i arasında olmalıdır.
– Egzersizlerden önce 10–15 dakikalık ısınma süresi olmalı, esas egzersiz dönemi hastaya uygun kalp hızında (İdeal olarak %50 x (220 – Yaş)) 15–30 dakika sürmeli, bitiminde 5–10 dakika soğuma evresi olmalı.
– Soğuma, gevşeme ve toparlanma evresi olmalı.
– Egzersizler haftada en az 3 defa, tercihen hergün düzenli yapılmalı, kalp sağlığı için 1 saat boyunca 5 km yokuşlu olmayan açık havada tempolu yürüyüş önerilir.
– Eğer spor sırasında göğüste sıkışma hissi, normalin dışında nefes darlığı, çarpıntı, baş dönmesi gibi şikâyetler ortaya çıkarsa derhal durup doktora görünmeli.
– Mutlaka egzersizden önce 24 saatte 1,5-2 ml su alınmalı; egzersizden 2 saat önce 400-600 ml sıvı alınmalı; egzersizden hemen önce 125-250 ml alınmalı,
– Egzersiz esnasında; her 15-20 dk 150-200 ml olmak üzere 1-1,5 saatlik bir egzersizde 500-1000 ml su alınmalıdır.
– Soğuk suda duş almamalı, yüzmemeli; egzersizlerden sonra aşırı sıcak ya da soğuk duştan veya saunalardan kaçınılmalıdır.
Spor yaparken sakata gelmeyin!
DOÇ. DR. AHMET MURAT BÜLBÜL
Kilo vermek ya da zinde kalmak isteyenler spor salonlarını dolduruyorlar. Fakat dikkat, bilinçsizce yapılan sporlar, vücudunuza faydadan çok zarar veriyor.
Medipol Üniversitesi Hastanesi hekimlerinden Doç. Dr. Ahmet Murat Bülbül, spor yaralanmalarına ilişkin önemli ayrıntıları anlattı.
Bülbül, dikkat edilmediği taktirde spor yaralanmalarının proteze kadar gittiğinin de altını çizdi.
Spor salonlarını tercih eden çoğu amatör sporcu, spor yaralanmaları yaşıyor. Bunun nedeni nedir?
Çünkü spora başlamadan önce herhangi bir hazırlık yapılmıyor. Spor salonuna gidiliyor ve direkt olarak yürüme bantlarına, bisikletlere biniliyor. Bu aletler düzgün kullanılmadıklarında hepsi daha büyük sakatlıklara ve ameliyat gerektirecek nitelikteki problemlere yol açıyor.
Bunun önüne geçmek için neler yapılmalı, nelere dikkat edilmeli?
İnsanların birtakım sporları bilinçli bir şekilde yapması gerekir. Spora başlarken ve bitirirken ısınma hareketleri ve germe egzersizleri çok önemli. Vücudun spora hazır hale getirilmesi gerekir. Spor salonuna giderken hemen bisiklet ya da yürüme bandına binmek doğru değil. Önce yarım saat vücudunuzdaki bütün kasları gererek spora hazır hale getirmelisiniz. Bu germe egzersizlerin amacı, kasları uzatarak ekleme binen yükleri hafifletmek. Bir de spor yapılacak sürenin de kontrollü ve doğru ayarlanması gerekir. Yeni başlayanların iki saat durmadan spor yapması da sağlıklı değil. Yarım saat germe yapılıyorsa, 15 dakika da spor yapılmalı. Bu süre gün geçtikçe kademeli olarak arttırılabilir. Belirli bir süre sonra 2 saate kadar çıkarılabilir. Spor bittikten sonra da yine germe ve gevşeme egzersizleri yapılmalı.
Isınmadan yapılan sporlarda ekleme yük binmesi ne gibi sonuçlar doğurur?
Kireçlenme dediğimiz kıkırdaktaki tahribatlar başlar. Menisküste, ön çapraz bağda yırtık olur. Bunlar günlük yaşantıda merdivenlerde inip çıkarken sorunlar yaşatmaya başlar. Böyle olunca da spor yararlıyken zararlı hale dönmüş olur. Bilinçli spor yapmamız için de bu saydıklarımıza dikkat edilmesi gerekir.
KIKIRDAK YAMALAR YAPIYORUZ
Size gelen vakalarda en sık görülen sorunlar neler oluyor?
Kıkırdak lezyonlar daha fazla görülüyor. Eklem vücudun hareketini sağlayan, kıkırdaktan, eklem zarından ve kemiklerden oluşur. Kıkırdağın yüzeyi fildişi gibidir. Bu zorluklarla beraber kıkırdak ilk olarak mikroskobik olarak çatlar. Çatlakların içine eklemdeki sıvılar kaçar. Böyle olunca da kemiğin içerisinde sıvı birikmeye başlar. Bu çatlaklar büyür ve krater gibi öbek öbek oluklar meydana gelir. Bunlar da kıkırdağın altındaki kemiği ortaya çıkardığı için ağrılı kireçlenme çıkar ortaya. Spor yaralanmaları ihmal edilmemesi gereken türden yaralanmalardır. Kıkırdaktaki problemlerin daha mikro çatlaklar halindeyken yakalanması gerekir. En büyük bulgumuz merdiven ya da yokuş inerken, ağrıdır. Genç bir insan bu durumlarda ağrı hissediyorsa mutlaka bir ortopedi uzmanına gözükmelidir.
Bu tür yaralanmalarda tedavi yöntemleri nelerdir?
Önce zayıflamış olan kasları güçlendirmek için hastaya egzersizler verilir. Bacağın ön ve arka tarafındaki baldır kaslarını güçlendiriyoruz ki kıkırdağa binen yük azalsın. Bunlar güçlendikten sonra destekleyici suni eklem sıvıları, PRP yani kişinin kendi kanından alınarak yapılan enjeksiyonlar, kök hücre tedavileri uygulanır. Karnın çevresinden ve leğen kemiğinden alınan dokulardan kök hücre üretip dizlere, kalçalara veya ayak bileklerine enjekte ediyoruz. Bunlarla da tedavi olmayan olgularda artroskopi yaparak kıkırdağı temizlemeye çalışıyoruz. Kıkırdak yamalar yapabiliyoruz, yurt dışında özel yamalar ürettirilerek 2 aşamalı ameliyatlar gerçekleştirilebiliyor. Tedavide proteze kadar giden bir yolun başı bu aslında. Hatalı sporla uzun bir yola girmiş oluyor birey. Bir trene biniyorsunuz, o trenden atlayıp inmek mümkün değil, sadece durdurabilirsiniz. Aslında başta basit gibi gözüken ve önemsenmeyen ufak spor yaralanmalarının sonuçları büyük olabiliyor. Repetatif yaralanmalar, tekrarlayan küçük travmalar sonucunda ağır sonuçlara ulaşılabiliyor.
Peki, spor salonunda ya da evde herhangi bir spor yaralanması gerçekleştiğinde ilk başta ne yapılmalı?
Spor yaralanmalarında, eklem içerisinde bir kanama olur. Kanamayı durdurmak için bölgeye mutlaka buz koymak ve hareketsiz hale getirmek önemlidir. Kanama arttığı sürece, kanın içindeki birtakım maddeler ekleme zarar verir. Daha büyük zararı engellemek için hastayı hareketsiz hale getirip acilen bir sağlık merkezine başvurulması gerekir.
SPOTLAR
- Spor salonuna giderken hemen bisiklet ya da yürüme bandına binmek doğru değil. Önce yarım saat vücudunuzdaki bütün kasları gererek spora hazır hale getirmelisiniz.
- Spor yaralanmaları ihmal edilmemesi gereken türden yaralanmalardır. Kıkırdaktaki problemlerin daha mikro çatlaklar halindeyken yakalanması gerekir.
ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE MİKROBİYOLOJİ
DOÇ. DR. MESUT YILMAZ
Tatiliniz hastalıkla geçmesin
Kış aylarında kapalı havuzları tercih edenler dikkat! Havuzlardan bulaşan mikroplar sizi hasta edebilir…
Kışın da yüzerek sağlık bulmak isteyenler kapalı havuzların yolunu tutuyorlar. Peki, havuzlar sağlığımız için ne kadar güvenli? Havuzlardaki suyun dezenfeksiyonu için yoğun bir şekilde klor kullanılıyor ancak klor mikroorganizmaları çok hızlı öldüremiyor. Hatta bir grup mikroorganizma doğası gereği klora karşı dirençli. Ölmesi için saatler, bazen günler gerekebiliyor. Sadece havuzlar değil tatil yerlerindeki sauna, kaplıca gibi aynı ortamdaki suyun buharını solumanın da enfeksiyona neden olabiliyor. Bu tür maruziyetler, sindirim sistemi, deri, kulak, solunum yolları ve göz enfeksiyonları doğurabiliyor.
HAVUZA GİRERKEN DUŞ ALIN
Havuzlarda en sık rastlanan enfeksiyon, ishal. Çünkü dışkının gramı bile milyonlarca mikroorganizma içeriyor. Havuza bulaştırılacak dışkı, sonrasında hastalık sebebine dönüşebiliyor. Bu yüzden havuza gireceklerin mutlaka duş alması gerekiyor. Özellikle çocuklar, gebe kadınlar, organ nakilli olanlar, kemoterapi alan kanser hastaları havuzdan en kolay mikrop kapıp hemen hastalanacak riskli gruplar arasında yer alıyor. Havuz sularından bulaşan ve sık görülen bir diğer enfeksiyon ise konjonktivit. Gözlerde kızarıklık, batma, yanma, çapaklanma, kapaklarda şişlik gibi şikayetlerin yaşandığı konjonktivitte ağrı yaşanabiliyor. Bu yüzden havuza girerken deniz gözlüğü kullanılmalı, sudan çıkar çıkmaz duş alınmalı ve el hijyenine dikkat edilmeli. Eğer konjonktivit başlamışsa hemen doktora başvurulmalıdır.
ENFEKSİYONU NASIL ÖNLERİZ?
- İdrar, dışkı, ter ve kiri olabildiğince sudan uzak tutmalı.
- Eğer ishal varsa suya girilmemeli.
- Suya girmeden önce duş alınmalı.
- Suyun içine idrar ve dışkı yapılmamalı.
- Havuz suyu yutulmamalı.
- Eğer çocukla beraber havuzda iseniz belli saatlerde çocuklar tuvalete götürülmeli.
BESİNLER GÜCÜNÜZE GÜÇ KATAR!
BESLENME VE DİYETETİK
DYT. BURCU ULUDAĞ
Mevsim itibariyle sık sık karşılaştığımız soğuk algınlığı, nezle, grip gibi hastalıklardan bağışıklığımızı destekleyici besin öğelerini doğru seçerek ve sık tüketerek korunmak mümkün. Unutmayın, vücut direncinizi güçlendirmek için beslenme olmazsa olmaz…
Sebze ve meyveler zengin vitamin içeriklerinden ötürü sık tüketilmesi gereken besin grubudur. Özellikle kış mevsimi ürünleri olan portakal, mandalina ve kivi yüksek C vitamini içerir ve günlük yeterli C vitamini alımı güçlü bir bağışıklık sistemi için çok gereklidir. Bunun yanında ıspanak, kıvırcık ve benzeri yeşil yapraklı sebzelerin sık tüketimi de günlük C vitamini ihtiyacımızı karşılamamıza katkı sağlar. Probiyotikler, çeşitli vitamin ve mineraller, Omega 3 yağ asidi, çinko, selenyum, B grubu vitaminler ve beta glukan bu besin öğelerinden en önemlileri. Gün içerisinde 1 orta boy portakal 1 adet kivi, 1-2 adet mandalina ve 1 porsiyon yeşil salata veya ıspanak gibi yeşil yapraklı sebze yemeği tüketimi günlük C vitamini ihtiyacımızı karşılamak için yeterlidir. Unutulmaması gereken önemli bir nokta C vitamininin vücutta depolanamadığı, fazlasının vücuttan atıldığı bu sebeple ihtiyaç kadar alınmasının yeterli olacağıdır. Vitamin ihtiyacını gidermek için çok sık ve aşırı miktarda meyve suyu tüketmek boş enerji alımına, insülin direncine ve vitamin israfına sebep olmaktadır. Zengin vitamin içerikleri yanında mineral içeriklerinden ötürü de sebzeler sağlığımızın korunmasında çok önemlidir. Yeşil yapraklı sebzelerde bulunan çinko selenyum mineralleri bağışıklık sisteminin güçlenmesinde etkin rol alır. Çinko ve selenyumun diğer kaynakları da tahıllar, fındık, ceviz vb. yağlı tohumlar kırmızı ve beyaz ettir.
PROBİYOTİK GIDALARIN FAYDALARI NELERDİR?
Probiyotik gıdalar; içinde vücudumuz için gerekli sağlıklı bakterileri içeren yiyeceklerdir. Kefir ve probiyotik yoğurtlar ve ev yapımı yoğurtlarda yüksek oranda bulunan canlı bakteriler bağırsak florasında çoğalarak öncelikle sindirim sistemimizin sağlığını destekler. Bunun yanında alerji riskini düşürürler ve bağışıklık sistemimizi güçlendirerek vücudun savunmasında rol alırlar. Günlük 2 su bardağı kadar kefir veya probiyotik yoğurt tüketmek güçlü bir bağışıklık sistemine destek olabilmektedir.
OMEGA 3’Ü İHMAL ETMEYİN
Bir diğer önemli besin öğesi Omega-3 yağ asididir. Özellikle balıklarda bulunan Omega 3 yağ asidinin diğer kaynakları ceviz ve keten tohumudur. Omega 3 yağ asidi özellikle kalp damar hastalıklarından korunmada çok önemli rol oynar. Bunun yanında hücre zarının yapısının temel bileşeni olduğu için hücreleri korur iyileştirir ve hücre devamlılığını sağlar. Bağışıklık sisteminin desteklenmesinde rol alır. Haftada 2-3 gün balık ve her gün 2-3 bütün ceviz tüketimi Omega 3 yağ asidinin yeterli alımını sağlamaktadır.
BAĞIŞIKLIK GÜÇLENDİRİCİ İLAÇ YERİNE YULFA YİYİN
Özellikle kış mevsiminde piyasada satılan bağışıklık güçlendirici ilaçlara talep artmaktadır. Bu ilaçların temel maddesi beta glukandır ve yulaf beta glukan içeriği oldukça zengin bir tahıldır. Günlük beslenmemizde yulafa yer vererek beta glukanı doğal kaynağından almamızı sağlayabilir ve bağışıklık sistemimizi güçlendirebiliriz. 3-4 yemek kaşığı yulaf ezmesi tüketimi de hastalıklara karşı korunmamıza önemli katkı sağlayacaktır. Bu önemli besin öğelerinin dışında çeşitli bitkilerle de bağışıklığımızı güçlendirmemiz mümkündür. Ekinezya, goji, karanfil ve kuşburnu bu bitkilerin en çok bilineni ve kullanılanlarıdır.
– Ekinezya soğuk algınlığı ve üst solunum yolu hastalıklarından korunmak amacıyla en çok yararlanılan bitkilerden biridir. Günde 2-3 fincan ekinezya çayı tüketimi bağışıklık sistemimizi güçlendirmekte ve mevcut soğuk algınlığının daha çabuk iyileşmesini sağlamaktadır.
– Goji meyvesi karoteonit ve polifenolik antioksidan bileşikler bakımından zengindir ve bu özelliğinden dolayı vücut direncinin arttırılması amacıyla kullanımı önerilmektedir. Taze goji meyve olarak tüketilebileceği gibi kurutulmuş şekli bitki çayı olarak ta tüketilebilmektedir.
– Karanfil ağız ve boğaz mukozasını bakterilere karşı korumakta, bazı bakteri virüs ve mikroorganizmaların yol açtığı ağız ve boğaz enfeksiyonlarında antiseptik olarak fayda sağlayarak vücut direncinin arttırılmasında önemli rol oynamaktadır. Bunun yanında yemeklerden sonra tüketilen karanfil diş çürümelerine karşıda etkili olmaktadır. Gün içerisindeki çaylarımıza karanfil atarak yapacağımız ufak bir değişiklikle bağışıklık sistemimizin güçlenmesine katkı sağlayabiliriz.
– Kuşburnu meyvesi içerdiği yüksek C vitamini ve fenolik bileşikler nedeniyle kuvvetli bir antioksidan etkiye sahiptir. Özellikle C vitamini içeriğinden ötürü soğuk algınlığından koruyucu ve bağışıklık sistemini destekleyici olarak sık kullanılmaktadır. Günlük 2-3 fincan kuşburnu çayının tüketilmesi vücut direncinin arttırılmasına katkı sağlamaktadır.